Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

4 Ekim 2010 Pazartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ..................TEBRİZLİ GÜNEŞ

“Başlangıcı olmayan zamandan beri diri, yaratıcı, kudretli, bütün varlıkları ayakta tutan Ulu Allah’a Yemin ederim ki, onun nuru, yüzbinlerce sır açıklansın diye aşk ışıklarını parlattı. Onun eşi ve benzeri olmayan hükmü ile cihan aşk ile âşıklarla, hâkim ve mahkûmlarla doldu. Şems-i Tebrizî'nin tılsımlarıyla, büyüleriyle onun akla hayret veren hazinesi gizlendi. Senin ayrıldığın günden beri ağzımın tadı bozuldu, mum gibi erimeye başladım. Cemalinden uzak düşünce beden bir virane, can da o viranenin baykuşu oldu. Aman ne olur, yine dizginleri bu tarafa çevir! Aşk filinin hortumunu yine şahlandır; akşamım seninle aydın bir sabah gibi olsun Ey Şam'ın, Ermen ve Rum ülkesinin kıvancı sevgili!”

Mevlânâ'nın Şemseddin'le buluşması, ona, sanki kaybettiği değerli bir mücevheri Şems'in manevî benliğinde, onun velilik hazinesinde yeniden bulmasına fırsat sağlamıştır. O, Şems'in kudretli kişiliği önünde öylesine mest ve coşkun bir hale gelmişti ki, bütün normal işlerini, müftülük, müderrislik, vaizlik gibi meşgalelerini bir tarafa iterek artık Şems'in pervanesi olmuştu. Dış âlemle ilişkisini kesmiş, artık başka bir âleme dalmıştı. Gözü kulağı Şems'in sohbet ve irşatında, hep onun işaretlerine dönük, hep onunla göz göze diz dize idi.

Bu yüzden dedikodular gittikçe artmış, iş artık açık bir düşmanlık haline dönüşmüştü. Bunu en çok Mevlânâ'nın yakınları, talebesi, sohbet arkadaşları yapıyor, hoşnutsuzluk ateşini körüklüyorlardı. Şemseddin, hakkındaki bu dedikoduları, düşmanlık teranelerini anlamaz değildi. O da artık birkaç damla suyun bardağı taşıracağını sezmiş ve bu düşmanlık çemberinden kendini kurtarmak için kararını vermişti. Gecenin birinde Konya'dan ayrıldı; kayıplara karıştı. Nereye gittiğini hiç kimse anlayamadı.

643 hicret yılının 21 Şevval Perşembe gününe rastlayan bu ayrılıştan sonra onun Şam'a gitmiş olduğu anlaşıldı. Bu ayrılık süresi, aşağı yukarı 16 ay kadar uzadı. Şems'in Konya'dan ayrılması Mevlânâ'yı eski hayatına döndürmek şöyle dursun, aksine, bağrının hasret ve firkat ateşiyle yanmasına, sıhhatinin bozulmasına yol açtı. Kimseyle konuşmuyor, meclislere gitmek istemiyor; hep gam, keder ve hicran içinde yine halvete kapanıyordu. Neredeyse o ayrılık ateşi içinde son nefeslerini vermek üzereyken Şam'dan gelen bir mektup imdada yetişti. Bu mektup Şemseddin'den idi.

Mevlânâ'nın gözlerinde bir ümit ve hayat güneşi parladı. Çünkü Şems'in Şam'da olduğu anlaşılmış ve kayıp hazinenin yeri belli olmuştu. 

Ona mektup yazdı ve yukarıda ki gazeli de ekledi.

Şems ve Mevlana....Aşık ve Maşuk..Gönül dostu....dünya ve güneş....su ve ateş...gece ve gündüz...


Bu iki Allah dostunun hakkında bilinmesi gereken o kadar çok şey var ki....Yukarıdaki dizenin iç anlamına bir bakarsak,sindirerek okursak eğer o muhteşem güzelliği görmemek için kör sağır olmak gerek diye düşünüyorum.Daha da ileri gidip yaşamıyor olmak gerek ya da.O'nla tanışmadan önce Celaleleddin Rumi idi. Ta ki Şems ile tanıştı, yarenlik etti.İşte vakit odur ki Mevlana oldu.

Bu iki dosttan zaman zaman bahsetmek ve anlatmaya ve anlamaya çalışarak yazmak istiyorum.Aşkla................

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder